11 Mayıs 2015

Soma’dan 12 Eylül’e bizim büyük 'sorumluluğumuz'

Soma büyük bir faciaydı, 12 Eylül 1980 darbe ve rejimi de 'facia' ya da 'kıyım' diye niteleyebileceğimiz bir başka olay

Bazen bir faciayı anlamak için ortadaki en renkli, en geniş resme bakmak yeterli olmayabiliyor. Hatta bazen bu resim körleştirici de olabiliyor.

Soma büyük bir faciaydı. 310 canımızı yitirdik. Geride 422 yetim çocuk kaldı.

12 Eylül çok daha büyük bir faciaydı. Sadece işkencede ve darağacında 221 gencimizi yitirdik. “Çatışma”da öldürülenleri, “kuşkulu” ölümleri ve diğerlerini de hesaba katarsak, geride binlerce yetim çocuk kaldığını görürüz.

Bu ölümlerin, cinayetlerin sorumluları kimlerdi, diye sorunca herkesin aklına -“yüce Türk adaleti” tarafından cezalandırılmış olmasalar da- hemen bir kaç isim geliveriyor.

Geçen yıl Punto24 Bağımsız Gazetecilik Platformu tarafından organize edilen bir seçim gezisi kapsamında, Soma’ya gidip 301 madencinin yaşamını yitirdiği faciada hayatta kalmış bazı madencilerle konuştuğumda, tam olarak kimleri sorumlu olarak gördüklerini de merak ediyordum. Aslında faciadan 2 ay sonra çoğu sorunun cevabı net gibi duruyordu. Yine de asıl cevabı bazıları olayın şokunu daha atlatamamış, hatta psikolojik tedavi gören madencilerin vermesini istedim ve sordum:

“Faciada toplam sorumluluğun 100 birim olduğunu varsayın. Bu 100 birimlik sorumluluğu ilgili aktörlere dağıtmaya kalksanız, nasıl paylaştırırdınız?

Sonra da aktörlerden aklıma geleni saydım:

“Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ), Çalışma Bakanlığı, taşeron kuruluş, bu taşeron kuruluş adına işçi alımlarını yapan alt taşeron, sendika, işçilerin amirleri, temsilcileri, rödovans sistemi vd..”

Odadaki 10-15 işçiden sesleri çıkanların tamamı “TKİ” dedi. Sonra da TKİ’nin ocakları denetlemek üzere müfettiş gönderdiğini, ama bu müfettişlerin görevlerini yapıp yapmadığını takip etmediğini, denetlemediğini, bu nedenle sorumlunun TKİ olduğunu söylediler.

İşçilerden sadece birine göre, faciadaki temel sorumluların sayısı birden fazlaydı: “Faciadaki sorumluluğun yüzde 80’i TKİ’ye ait. Yüzde 10 işverene, yüzde 10 da sendikaya.

Aynı işçi sonra da sendikanın sorumluluğuna dair şunları söyledi:

“Sendikanın işyerlerini denetlemek gibi bir hakkı, yetkisi var mı? Var! İstediği kadar bana yok desinler. Sendikanın ocaklarda işçi temsilcileri var mı. Var! Neler olup bittiğini biliyorlar mı? Biliyorlar. Peki ne işe yarıyor bu adamlar? Temsilci sendika yöneticisine ‘burada şöyle şöyle güvenlik açıkları var’ diye yazsaydı, sendika da bunun üzerine Çalışma Bakanlığı’nı uyarsaydı, belki sendika için ‘sorumluluğu yok’ diyebilirdik. Ama durum öyle değil. Sendika o işçi temsilcilerinin ne işe yaradığını/yaramadığını bilmiyor mu?”

İşte bu noktada akla bu kez yeni bir soru geliyordu. TKİ müfettişleri ocakları iyi denetlemiyor. İşçilerin temsilcisi sendikaya yapması gereken uyarıyı yapmıyor. Taşeronların umurunda değil. Çalışma Bakanlığı uyuyor. Peki ama işçiler de bunları görüyorsa, neden güvenlik açıklarıyla karşılaştıkları ocaklarda temsilcilerini bu yönde hep birlikte uyarmamışlardı? Uyaranları tenzih ederek söylüyorum, 3 ton kömür istihkakı almalarına da olanak tanıyan sendika üyeliği işçileri 3 maymunu oynamaya yöneltmiş olabilir miydi?

Sorular çoğaltılabilir. Zaten çoğaldıkça facianın arkasındaki sorumluluğun tek bir kişi ya da kuruma yıkılamayacak bir karakter taşıdığını ve bir silsile halinde sistemin içindeki hemen bütün aktörlerce değişen oranlarda paylaşıldığını görüyoruz. Madenciler de belki bunun farkında. Ama acı büyük, adaletsizlik daha da büyük olunca hepsi gerçeği bu açıklıkta dile getiremiyor olabilir.

Kuşkusuz aynı kategoride olaylar olarak görmek doğru değil. Ama sonuçları itibarıyla 12 Eylül 1980 darbe ve rejimi de “facia” ya da “kıyım” diye niteleyebileceğimiz bir başka olay. Peki oradaki sorumlular kimler? Darbenin baş aktörü olarak bildiğimiz ve geçtiğimiz gün hayatını kaybeden, dönemin önce Genel Kurmay Başkanı ve Devlet Başkanı, sonra da Cumhurbaşkanı Kenan Evren mi?

35 yıl sonra 12 Eylül deyince akla Kenan Evren’i getirmenin, onu diktatör diye nitelemenin elbette ki sembolik bir anlamı da var. Ama bu sembolizmayı da mitleştirmeyelim. Bütün olup bitenler gözümüzün önünde yaşandı. Ve neler olduğunu, kimin neler yaptığını, yapmadığını o günleri yaşayanlar olarak biz vatandaşlar az ya da çok biliyoruz.

Ve aslında gayet iyi biliyoruz ki, 12 Eylül, askeri cuntanın lideri Kenan Evren’in alnında bir leke değil sadece... 12 Eylül, yüzde 91.3’lük bir katılımla gerçekleşen 1982 referandumu sonucunda Kenan Evren’i % 91.4 gibi bir oyla cumhurbaşkanı seçenlerin ve onu yargılamak yerine ödüllendirenlerin yani toplumun neredeyse tamamına yakınının da alnında bir utanç lekesidir. Bu yüzden 12 Eylül’ü hatırlayışlarımız bu utancı içermez, buradan hareketle dersler üretmezse, samimiyetten uzak kalır.

“Hırsızın hiç mi kabahati yok”, denilebilir! Haklı bir itirazdır da. Ama kimseyi “kabahatsiz” ilan ediyor değilim. Lakin yine de on yıllar sonra “diktatör” deyip “tu kaka” ilan ettiğimiz zatın, cumhuriyet tarihimizin en yüksek halk oyuyla cumhurbaşkanı seçtiğimiz zat olduğu unutulmamalı. O yüzden de hırsız hırsızlığını yaparken, “kimler 3 maymunu oynadı ve hatta neden hırsızı ödüllendirdi” sorusu belki bütün facialarda sormamız gereken en önemli sorulardan biri. Tabii gerçekten bir ders çıkarmak, başka faciaları önleyici bir birikimi yarınlara (ya da bugünlere) taşımak istiyor isek!

 

@akdoganozkan

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

“Masum” liberallerin gözyaşları ve pragmatik plütokrat

Orta Doğu’nun ateşe verilebileceği, büyük bir bölgesel savaşın kapısının aralanabileceği çok kritik bir dönemeçte iken İran ile zamanında yapılmış anlaşmadan ABD’nin imzasını çekmiş, Avrupa’yı güvenlik mimarisinden uzaklaştırmış bir lider Beyaz Saray’a geliyor. Bu ateşin sönümlenmesi hiç de kolay görünmüyor. Umalım ki dünya 2025’te kürekleri biraz daha barış istikametinde çeksin!

Muhammed’in 117 cenazesi, ABD’nin B52’leri var

Gazze’de 118 kişilik bir sülalenin ayakta kalan tek üyesi Muhabbed Nebil, İsrail bombardımanlarında hayatını kaybeden 117 akrabasını aynı gün enkaz altından çıkarıp toprağa vermenin acısını yaşarken ABD’nin B52 stratejik bombardıman uçakları da İsrail’e destek için bölgeye geldi

Yaklaşan bir “yeni sürecin” tarihi kodları

Etnik ve mezhepsel savaşlara karşı barışı ve dayatmacı siyasete karşı demokratik siyaset çerçevesinde ısrarlı bir zemini savunmak, bu ülkede yaşayan herkes için artık değerlendirilmesi gereken bir seçenek değil hayati bir mecburiyet

"
"